Genel,  İstanbul,  Şehir Efsaneleri,  Yurt içi

İstanbul’un Tarihi Simgeleri ve Efsaneleri

2016 yılında Gezimanya için yazdığım, İstanbul’un Tarihi Simgeleri ve Efsaneleri isimli yazımı kendi blog sayfamda da paylaşmaya karar verdim.

İstanbul’un Tarihi, Mistik Yapısı ve Günümüz Modern Dokusu Üzerine Bir Yazı…

İstanbul, efsanevi bir şehirdir. Yüzyılları yaşamış, birçok imparatorluk ve medeniyet görmüş geçirmiş bir şehirdir.  Asya ile Avrupa’nın aşkla kavuştuğu, her iki kıtaya da hakim Yeditepeli güzel şehir İstanbul…

Hayallerin şehri, tüm gizemi ve büyülü güzelliğiyle dünyanın dört bir yanındaki kendini beğenenlere göz kırpar adeta cilveli ve gizemli bir güzel gibi…

İstanbul’u İstanbul yapan tarihi sembolü nedir diye sorsanız, İstanbul’un sevdalılarından farklı farklı cevaplar duyabilirsiniz. Kimi mağrur güzelliğiyle tek başına denizin ortasında, nazlı bir güzel gibi duran Kız Kulesi’ni der. Kimi tüm efsaneleri, içinde barındırdığı hayalleri ile göğe dimdik uzanan Galata Kulesi’ni der.  Kimileri mistik ve eşsiz güzelliğiyle kendine hayran bıraktıran Ayasofya’yı söyler. Kimisi tarihi yarımadanın, İstanbul’un simgesi olma misyonunu elinde tutar der. Kimi neredeyse İstanbul’un ikinci ismi olmuş, ona adını veren yedi tepeyi söyler. Kimi İstanbul’u yüzyıllarca koruyan ve kuşatan, varlığıyla Boğaz manzarasının güzelliğine güzellik katan surları söyler.

Bence bu kadar zengin tarihi ve kültürel mirası olan bu şehrin simgesi tek bir eser olamaz. Çünkü camileri, kiliseleri, sinagogları, anıtları, surları, kaleleri, tarihi evleri, çarşıları ve pazarlarıyla İstanbul’un her şeyi başlı başına bir simgedir ve önemli bir semboldür.

İstanbul’un tarihi ve modern yapıları birbirine öyle güzel uymuştur ki… Geçmiş şimdiyle, İstanbul üzerinde çok güzel kaynaşmıştır. İstanbul’un o güzel çehresine yedi tepeden birinden, tarihi kulelerden, bir surdan, bir kaleden bakılınca, seyrine doyum olmayan İstanbul siluetini serer gözler önüne…

Yeditepeli Şehir İstanbul

Şarkılara, şiirlere konu olmuş insanlara her dem ilham vermiş Yeditepeli bir şehirdir İstanbul.

Peki, İstanbul’da nerededir bu tepelerin yerleri?

1-Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet Camisi’nin bulunduğu tepe.
2- Çemberlitaş ve Nuriosmaniye Camisinin bulunduğu tepe.
3- Beyazıt Camisi, Üniversite ve Süleymaniye’nin bulunduğu tepe.
4- Fatih Camisinin bulunduğu tepe.
5- Yavuz Selim Camisinin bulunduğu tepe.
6- Edirnekapı semtinde, Mihrimah Sultan Camisinin bulunduğu tepe.

7-Çapa, Cerrahpaşa, Haseki Külliyesi, Samatya.

İstanbul’un Kuleleri ve Efsaneleri

Kız Kulesi ve Kız Kulesi’ne Dair Efsaneler

Kız Kulesi, Asya ile Avrupa’nın buluştuğu noktada, İstanbul’un 2500 yıllık tarihine şahitlik eder.

The Maiden’s Tower (Turkish: K?z Kulesi), also known in the ancient Greek and medieval Byzantine periods as Leander’s Tower (Tower of Leandros), sits on a small islet located at the southern entrance of Bosphorus strait 200 m (220 yd) off the coast of Üsküdar in Istanbul, Turkey.

İstanbul’a ve İstanbul’un Boğazı’na sevdalı olan bu kule, büyük aşkıyla yıllara meydan okumuş ve fedakâr bir âşık gibi İstanbul’a yarenlik etmiştir yüzyıllarca… Kız kulesi birçok aşk efsanesiyle tüm âşıkları ve âşık olup da kavuşamayanları kendisine çeker, mistik güzelliğiyle…

Kule bu kadar gizemli ve güzel durur da yüzyıllardır süregelen hikâyeleri dilden dile ve de kulaktan kulağa dolaşmaz mı hiç? Çünkü her güzellik, kendi efsanesini de yaratır aynı zaman da…

Hero ve Leandros’un Hüzünlü Aşklarının Efsanesi

Bu efsane, Ovidius’un kaydettiği bir aşk hikâyesidir. Ovidius, Hero ile Leandros’un hüzünlü aşk hikâyesini anlatır bizlere… İstanbul’a ve Kız Kulesi’ne dair bu efsaneyi yazılı olarak kayda geçirerek, Hero ve Leandros’un aşkları gibi bu efsaneyi de ölümsüzleştirmiştir böylece…

Kız Kulesi, bu efsaneye göre Hero ile Leandros’un ölümsüz aşklarına tanıklık etmiştir. Bu bildiğimiz ve bildiğimiz bir hikâye… Kim bilir ne çok aşka ilham vermiştir ve hatta tanıklık etmiştir bu güzel kule…

Gelelim ilk efsanemize: Afrodit’in rahibelerinden olan Hero, aşka yasaklıdır. Her yıl ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, yenilir içilir ve aşkı bulamayanlar Afrodit’e mabedinde, aşkı bulmak için yakarırlarmış. Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros, bu tören için geldiğinde Hero ile karşılaşır ve birbirlerine âşık olurlar.

Geceleri Leandros, yüzerek bu kuleye gelir. İki genç Kız Kulesi’nde buluşarak, büyük aşklarını burada kutsarlar. Leandros’un yine kuleye geldiği fırtınalı bir günde kıskanç bir rahip, kulenin fenerini kapatır. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros Boğaz’ın sularına, sonsuz aşkıyla gömülür. Sevgilisinin gelmediğini görünce öldüğünü anlayan Hero da kendisini, aşklarının tapınağı haline gelmiş olan bu kuleden aşağı bırakır. Leandros Boğaz’ın sularına ölümsüz aşkıyla birlikte gömülürken, arkasında şu dizeler kalmıştır.

“Yüzerek geleceğim sana güzel kız,

Sevgim uğruna,

Sana geleceğim.

Sen beklerken beni ürkek bakışlarla,

Yüzerek geleceğim sana…

Dalgalar gemilere geçit vermese bile,

Yüzerek geleceğim sana,

Azgın dalgaların arasından…”

Hero ve Leandros’un ölümsüz aşkını anlatan bu efsane dışında, Kız Kulesi’ne dair başka efsanelerde dolaşmıştır dilden dile… Kız Kulesi’nin diğer mistik efsanesine de kulak verelim.

Yılanlı Hikâye

Bizans imparatorunun bir kızı olur ve kral buna çok sevinir. Kral, ülkenin bilginlerini kızını yetiştirmesi için görevlendirir. Ancak bilginlerden birisi kızının, on sekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak, zehirlenip öleceğini söyler. Bu kehanetten çok etkilenen kral, denizin ortasındaki küçük bir ada üzerinde bulunan kuleyi inşa ettirir. Kızını da kuleye yerleştirir. Böylelikle, yılandan kızını korumuş olacaktır.

Yıllar geçer kız on sekiz yaşına girer. Bütün tedbirlere rağmen, kıza gönderilen üzüm sepetinin içinde bir yılan kuleye girer. Kimse farkına bile varamadan prensesi yılan sokar, zehirler ve kız ölür. Bu olay karşısında çok üzülen kral, kaderden kaçılamayacağını anlar. Kızının toprağa gömülürse yine yılanlara yem olacağını düşünür ve kızının cesedini mumya yaptırıp, pirinç tabuta koydurur. Bu tabutu da Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini ister. Bu şekilde kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. Bu tabutun üzerinde iki delik görüldüğü söylenir. Aynı yılanın, prensesin ölümünden sonra da kızı bulduğu söylenir.

Battal Gazi Hikâyesi

Osmanlı döneminde Battal Gazi’nin, askerleri ile birlikte kuleye baskın yaptığı ve kulede bulunan hazineleri alarak, burada yaşayan Üsküdar Tekfurunun kızını kaçırdığı anlatılır. İstanbul’u kuşatmaya gelen Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kız Kulesi’nin önündeki kıyıya karargâh kurar ve yedi yıl burada kalır. Hikâyeye göre Battal Gazinin bu kadar uzun süre burada kalmasının asıl sebebi, Üsküdar Tekfurunun kızına âşık olmasıdır.

Üsküdar Tekfuru Battal Gazi’ye duyduğu korku sebebiyle kızını, hazineler ile birlikte kuleye kapatır. Şam seferinden sonra Üsküdar’a  dönen Battal Gazi, kayık ile kuleye gider. Hazineleri ve kızı alarak, Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşır. Türkçe ’de çokça söylenen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimi de buradan gelmektedir.

Tüm bu hikâyelerde geçen prenseslere atfen bu kuleye Türkler, Kız Kulesi ismini vermişlerdir.

Galata Kulesi’nden İstanbul Kanatlarınızın Altında…

Şarkılara, şiirlere, hikâyelere ilham vermiş ve efsanelere konu olmuş yedi tepeli güzel İstanbul! Hangi kültürden ve coğrafyadan gelirseniz gelin, burada gönlünüzü çalacak ve sizi etkileyecek bir şey mutlaka bulursunuz. İstanbul sizi bir şarkıdan, bir hikâyeden, bir şiirden veya bir efsaneden yakalar.  İçinize işler ve bir şekilde kanınıza girer. İşte o anda, insanda bir İstanbul sevdası başlar.

Birçok şiirin içinden İstanbul geçer. Bu dizelerle bizim de yolumuz, hep İstanbul sokaklarına düşer.

Üç büyük imparatorluğu görmüş ve yaşamış İstanbul, tüm bu medeniyetlerin etkilerini ve güzelliklerini kendisine katmıştır. İnsan bu güzelliklerin izlerini, İstanbul’un çehresinde kolayca görür.

İstanbul’un bir yanı Romalı, bir yanı Bizanslı ve bir yanı Osmanlıdır. Şehrin iki kıtada da topraklarının olması yanı sıra, bu tarihi geçmişi nedeniyle hem Doğuludur hem de Batılı…

Yüzünüzü Sultanahmet’e çevirirseniz, sultanların şehri İstanbul olur. Arkanızı dönseniz, tüm ihtişamıyla akılları baştan alan Ayasofya ile Konstantinapoli olur. İstanbul’u seyrettikçe, anıtları ve kaleleriyle Romalı olur.

Bu şehir biraz da matruşka bebekleri gibidir, iç içe geçmiş birçok kültürü ve tarihi güzellikleriyle…

Ayasofya ve Mistik Efsaneleri

Bizanslıların ve Türklerin en büyük mabedi olmuş Ayasofya hakkında, inşa edildiği yıllarından başlayarak birçok efsaneler söylenmiştir.

AK Şemseddin’in ilk tefsir dersini verdiği pencere, soğuk pencere ismiyle anılmaktadır. Bu pencereden esen serin rüzgârın, ilahiyat tahsil edecek talebeye zihin açıklığı verdiği inancı yaygındı.

Ayasofya’nın güney tarafındaki dehlizlerde bulunan oyuk bir taşın Hz. İsa’nın beşiği olduğuna inanılmaktaydı. Kadınlar, yeni doğmuş olan rahatsız çocuklarını bu beşiğe koyarlarsa, sıhhat bulacaklarına inanırlardı.

Müslümanların inanışlarına göre Hızır Aleyhisselam, Ayasofya’da top kandilinin altında namaz kılardı. Kırk sabah aynı yerde namaz kılanların, Hızır’a rastlayacağına inanılırdı.

Hızır, onlara genellikle bir derviş kılığında görünürdü. Eğer o anda tanınır ve Hızır Aleyhisselam’ın eline sarılırsa, ondan istenen şey olurdu.

Ayasofya’nın kubbesindeki dört melek tasvirinin de birer tılsım olduğu düşünülürdü.

Bunlardan biri de Cebrail sureti kanat takıp bağırsa, doğu semti ganimet olur derlerdi. İsrafil sureti bağırsa, batıda kıtlığa dalalet eylerdi. Mikail seslense, kuzey tarafında bir asi ortaya çıkardı. Azrail seslense veba baş gösterirdi diye itikat edilmişti.

Ayasofya’nın üç yüz altmış bir kapısı vardır. Ama yüz tanesi, büyük kapıdır ve cümlesi tılsımlıdır. Defalarca saysak bir kapı daha meydana çıkar ona dahi nişan koysak görmediğimiz bir kapının görüneceğine inanılırdı.

Orta cümle kapısı üzerinde sarı pirinç tabuta benzer uzun bir sanduka vardır. İçinde Kraliçe Sofya’nın naaşı mumya olarak defnolunmuştur. Birçok kişi bu sandukaya dokunduklarında, Ayasofya’nın içinde büyük bir deprem ve zelzele olduğundan vazgeçmeye mecbur kalmışlardır. Bunun üstünde küçük direklerin üzerinde bir mermer kitabe içinde Kud-sü Şerif’in eski kıblesi tasvir olunmuştur. İçi türlü cevherlerle süslenmiştir. Bu dahi tılsımdır. Kimse dokunmaya cesaret edemez.

Evliya Çelebi, unutkanlık hastalığına yakalananların Ayasofya kubbesi ortasındaki altın top altında yedi kere sabah namazı kılıp dua etmeleri ve her vakitte yedişer siyah üzüm yemeleriyle dertlerinin iyileşeceğini yazmaktadır.

Ayasofya’nın geride cümle kapılarının batı tarafı nihayetindeki direklerden biri Terler Direk ismiyle anılmaktadır. Bu rutubetli sütunun önünden asırlardır binlerce insan geçmiş ve türlü dertlere şifa ümidiyle uzattıkları parmaklarıyla, sütunda derin bir çukur bırakmışlardır.

Kıble kapısının kanatları, Nuh Peygamber’in gemisinin tahtasından yapılmıştır diye bir efsane vardır. Tacirlerin ve kaptanların o kapının önünde namaz kılıp, ellerini kapının tahtasına sürmeleri ve Nuh peygamber ruhuna bir Fatiha okuyup sefere çıkmaları uğurlu sayılırdı.

Yürek oynamasına ve nefes darlığına uğrayanların Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sabah erkenden aç karnına üç kere içerlerse iyileşeceklerine inanılırdı.

Süleymaniye Camisinin Gizemli Efsanesi

Birkaç yıl önce Süleymaniye Camisinin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılmış. Eğer çözüm bulunamazsa koca cami, kısa bir zaman içinde yıkılacakmış. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerindeymiş. Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taşları zamanla aşınmış. Ama elde yazılı bir proje olmadığı için nasıl değiştirileceği bilinmiyormuş.

Hemen Türkiye’nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet oluşturulmuş. Ortaya bir sürü fikir atılmış. Her kafadan bir ses çıkmış ama sonuç alınamamış. Tartışmalar sürerken caminin içinde büyük bir karmaşa sürüyormuş. Ülkenin çeşitli bilim kuruluşlarından bir sürü mimar mühendis kemerleri inceliyormuş. Bu adamlardan biri ortalarda dolanırken kazara gizli bir bölme bulmuş. Bölmede üzerinde eski yazı olan bir not varmış. Uzmanlara inceletilen kâğıdın orijinal olduğu belgelenmiş. Bu kâğıt parçası bizzat Mimar Sinan’ın imzasını taşıyan bir mektupmuş. Mektupta yazılanlar tercüme ettirilince ortaya şöyle bir metin çıkmış.

“Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirileceğini bilmiyorsunuz.” Koca Sinan kademe kademe kilit taşının nasıl değiştirileceğini anlatıyormuş. Heyet Sinan’ın söylediklerini aynen yapmış. Süleymaniye Camisi böylelikle kurtarılmış. Bu mektup şu an Topkapı Sarayı’nda saklanıyormuş.

Tüm bu mistik düşünceler ve etkileyici efsaneler, İstanbul’un güzelliğine adeta büyülü bir güzellik katmıştır. Tarihi dokusu, gizemli yapıları ve efsaneleriyle Şehri İstanbul, kendisine bakanları ve kendisini ziyaret edenleri adeta büyülemektedir. Birçok efsanede de söylendiği gibi Ayasofya’yı gören, Tarihi surlarına çıkan, Yeditepe’den eşsiz manzarayı seyre dalan, kulelerini dolaşan, saraylarını ziyaret eden, Boğazı’ndan bir kere geçen ve tarihi çeşmelerinden suyunu içen biri, bu şehirden asla kopamaz. Döner dolaşır ve yolu yeniden İstanbul’dan geçer.

Figen Karaaslan- Seyyahça

Ocak 2016

Kendim için modern bir Seyyah Kadın gezgin diyebilirim. Yaşamın, bir yol ve yolculuk olduğuna inanıyorum. Seyahat etmeyi, insanı içsel yolculuklara taşıdığını düşündüğüm için seviyorum. Bu sebeple de, fırsat buldukça, bir seyyah gibi geziyorum ve yolculuk yapıyorum. Yaşamın, paylaştıkça zenginleştiğine ve anlamlandığına inandığım için de; gördüklerimi ve yaşadıklarımı Seyyahça’da yazarak, paylaşıyorum. Yaşam yolunda yolculuk ederken; 2014 yılında, Yaşamı Kullanma Kılavuzu isimli bir kitap yazdım ve yayınlattım. Mersin Üniversitesi Seyahat İşletmeciliği ve Yakın Doğu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık mezunuyum. 10 yıldan fazla reklam-metin yazarlığı, editörlük ve içerik editörlüğü yaptığım profesyonel meslek hayatıma; editörlük, kurumsal iletişim ve dijital pazarlama ile devam ediyorum.

6 Yorum

Figen Karaaslan için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.